18 Mayıs 2012

Sen + Ben ≈ Biz

''Sen... Ben... Sen... Ben...''
Ya hep sen, ya hep ben
Ama hiçbir zaman beni ben, seni de sen konuşmadık.

Ardı ardına yakılan sigaralar ve dur durak bilmeyen 'ama'larımız
Geçmişten zoraki çıkarılan tozlu sözler
Her birinin bir bir yüzümüze çarpışı ve kalkan tozlar

Kedicik orda pencerede dışarıyı izliyor.
Muhtemelen tek isteği çöpte gezinenler gibi bir hayat
Büyük bir gıptayla onları izliyor
Sabah, öğlen, akşam...

Biz de,
Büyük bir özenle birbirimizi kırıyoruz
Sabah, öğlen, akşam... 
Büyük bir sabırla
Sabrımı denemekte
Büyük bir çabayla da
Beni anlamamaktasın

Ben de seni suçlamaktan vazgeçmeli-mi-yim

Peki neden güneş senin yüzüne vurmaktan vazgeçti?
İlk gün ki gibi
Halının tozları uçuşurken
Sen yerde yatıyordun
Yüzün kızılla pembe arası bir ışıkta
Parlıyordu gözlerin

Dışardan çocukların sesi geliyordu bağırış çağırış
O zaman kedi yoktu
O zaman ne bıyıklar vardı ne kuyruk

O zaman ne savaş vardı ne yasaklar
O zaman daha bugünlere gelmemiştik
Bugünleri görememiştik

Görememişiz ki körü körüne 'tamam' demişiz

Şimdi ise havada uçuşuyor 'tamam'lar
Yüzüne ise florasan bir ampulün o soğuk ve itici ışığı vuruyor
Dışarıda kadın sesleri
Bir de çöpteki kediler


''Sen... Ben... Sen... Ben...''
Elin kolumdaydı, yumuşak yumuşak seviyordun
Güneş kızıl ve pembeydi
Tekerleme gibiydi o zamanlar
Bizim için...

''Sen... Ben... Sen... Ben... Ne kadar güzeliz...''


 
 

 

 



8 Ocak 2012

Birkaç Saniye

Ufak şeylerle mutlu olmayı bilen ve uygulayan bir insanım. Dün gece yanımda uyuklayan sevgilimin kucağında minik bir kedinin de mırlayarak uyuması da beni nereyi baz alırsak alalım (bir şehir, bir ülke, dünya, evren vb.) oranın en mutlu insanı hatta varlığı yapmasına yetti. Uyumadan önce o minik yaratığı içinden resmen fışkıran bir sevgiyle sevmesi, bakması... Aslında bunun hakkında saatlerce cümle kurabilirim ama bazen de cümleleri oluşturacak uygun kelimeleri bulamıyorum gibi. Daha doğrusu bana bu mutluluğu veren duruma o kadar saygım var ki sanki onu tanımlayabilecek kelime dağarcığına sahip değilmişim gibi hissediyorum. Fonda bu parça çalarken saatlerce oturup o anı hayal edebilir, düşünebilirim.

19 Eylül 2011

Bu

Sadece iki gün öncesinde bile 
dünya insana ve insanın kendisi kendisine 
ne kadar farklı görünebiliyor.

Kuzenimle bunu farkettiğimizde kendimize ikişer üçer haftalık zaman dilimleri tanıyıp 
'ne yöne ilerliyoruz, nereye gidiyoruz'u 
anlamaya çalışmıştık.
 

 Aslında hayatı yaşarken farkındalığımız yok. 
Kısa sürelerle çok derine inmeden arkaya bakmak lazım.


  Her ne kadar 
'arkana bakma, yürü, kalan kalsın' vs tarzında nasihatleri 
bol bol duysak da farkındalık lazım.


Ben farkında mıyım peki?
Değilim.

Unuttuğum bir kasırganın içindeyim. 
Nereye sürüklendiğimi bilmiyorum, yine.
Nasıl sürüklendim bunun içine? 
Nasıl olduğunu biliyorum da, bir anda içinde buluverdim kendimi ya buna şaşırıyorum. 


Asıl bu nasıl oldu?

Tanıdık, eskilerden ama çok eskilerden bir koku var.
             Tanıdık, eskilerden ama çok eskilerden bir doku var.
Tanıdık, eskilerden ama çok eskilerden olmayan, beni çeken bir ses var.
Tanımadığım, hiç bilmediğim bir dünya var.


İşte, asıl bu nasıl oldu?
Aklımın almadığı ya da gözlerimin göremediği nokta bu.
                                                                                                                    Bu nasıl oldu?


 Elini ayağını çekince beni topal sakat bırakan 'bu' ne?
İşte, asıl bu ne, bilmiyorum?



Yanacağını bile bile ışığa doğru yampirik yampirik uçan ufak sineklerden farkım yok.
Yanacağını bile bile ışığa konan ufak sineklerden farkım yok.

Seni bekliyorum. O 'bu' ne ise o sebepten bekliyorum.
Biliyorum, biliyorum ki ne sen ben olabilirsin ne de ben sen.
Ama inanılmaz bir acı var oluyor her sen yok olduğunda.
                                 Yine dayanamayacağım bir süreç içindeyim ya o sebeptendir belki bırakmamam,

O;

Tanıdık, eskilerden ama çok eskilerden bir kokuyu
Tanıdık, eskilerden ama çok eskilerden bir dokuyu
Tanıdık, eskilerden ama çok eskilerden olmayan, beni çeken bir sesi
Tanımadığım, hiç bilmediğim bir dünyayı;


Kokusuna doyamadığım,
Dokusunu en ufak noktasına kadar hissetmek istediğim,
Sesinin her tınısını duymaya can attığım,
'Bu' dünyayı zayıflığımdan bırakamıyorum.

'Bu' benim zayıflayan yalnızlığım, karnı zil çalıyor.










2 Eylül 2011

Kedilerim Benim

Kedilerim vardır benim.
Kimisi hakiki kuyruklu,
Kimisi sade iki ayaklı.

Ama vardır benim,
Kedilerim.

Dükkan önü,
Ufak bir gazete üstü,
'Kıl Kuyruk' olmalı bence, adı
Görsen dünyanın efendisi.

Kedilerimi severim.
Kimisini gözümden sakınır,
Kimisini canından bezdiririm.

Ama hala benimdir,
Kedilerim.

Sabahları güneşin altında
Pire öldürürken
İki heceyle 'günaydın'.
Her şeyi yutarcasına
Esner, 'eyvallah', pati havada

Kedilerim vardır benim.
Kimisi yanaşmaz bana,
Kimisi ayrılmaz kıyımdan.

Başından aşağı,
Sırtından kuyruğuna dek
Dokunduğum bir ehass varlık..

Sen de öylesin, biliyorum.
Patileri göğsümde,
Koynuma kıvrılan
Tüy yumağı gibisin.

Biliyorum, sen de bir
Kedisin.